19 Aralık 2010 Pazar

BİTMEYE HAZIRLANAN BİR YILA MEKTUP!

                                        Oğuz Atay'a ve eşlik ettiği Ararlık 2010'a...


Bir yıl bitmeye hazırlanıyor. Biz ilkeller gibi biten şeylere törensel kutlamalar yapıyoruz,  kırmızı renkli coşkular... Ben anlamıyorum. Hiç bir zamanda anlamadım bu seremonileri. Susup izliyorum 30 yıldır, 30 yıldır bir savaşın içinde büyüyorum. Bir savaşla yaşıtım bir bunu biliyorum. Bildiğim, bilmek için tükettiğim bir ömrü yaşıyorum. Bakalım bu roman nasıl bitecek diyorum bir roman kahramanının repliğini araklayarak. Beni kim yazdı? Soruyorum. Bazen Turgut Uyar'ın kalemi çalkalanıyor beynimde, bazen Oğuz Atay’ın yazı masasında serilmiş buluyorum ruhumu. Sadık Hidayet geliyor gaz lambası ışığında başucuma. Daha pek çokları sırayla dokuyorlar beni, çırılçıplak duruyorum önlerinde, eksik birde. Utanamıyorum bile. Altı değiştirilen bir bebeğin annesine gülümsemesi gibi gülümsüyorum yazıldığım satırları okurken. Biliyorum ki başka okuyanlar beni değil belki kendilerini, belki sevdikleri başka kimseleri görüyorlar bu satırlarda. Göremeyenlere lafım yok elbet ki onlar bir kaç sayfadan sonra bırakıveriyorlar okumayı. Onlar başkaca niyetlere uzatıyorlar ellerini, başkaca şeyler arıyorlar bu uzun yolda.

Bir yıl bitmeye hazırlanıyor. Ben odamda bütün bu geçip duran yılları izliyorum. Müziği eksik etmiyorum başucumdan, yoksa sessizlik çıldırtabilir diyorum. Bunca yıl bitirdim, şimdi ne diye yazıyorum? Uzun bir yol var ardımda, bitirilmiş, katlanmış, kimi dağınık, kimi sökülmüş bir yerlerinden. Eksile eksile yürünmüş, tamamlanmış ya da yarım kalmış, bırakılmış. Hoş zaten tamamlanmak ne ki? Bin yılda geçse hep eksik olacağım. İnsan olmanın yazgısı bu. Huzurla söylemiyorum bunu. Öfkeyle, delirmeyle, kızarak diyorum ne diyorsam. Sözcükler öfkemi taşımıyor, taşıyamıyor. Öfke sözcükleri bulamıyorum. Onlara böyle yükler vermek istemiyorum. Küfre dönüşsünler istemiyorum. Sözcüklerin tek başlarına böyle şeyler yapacağına da inanmıyorum. Öfke hareket ister, saçılan tükürük, ateş saçan göz, titreyen el, yanan, hırsla içilen sigara ve daha başkaca şeyler. Bunların hepsini yapabilen sözcükse henüz bilmiyorum. Henüz kendi dilim de dahil hiç bir dili tam olarak bilmiyorum. O yüzden yazıyorum ama duran şeyleri, artık değiştirilemeyecek, olup bitmiş şeyleri sadece... Yani ben ancak fotoğraf çekebiliyorum ya da resim yapabiliyorum onlarla. Zamanımda da pek farklı yazılar bulamıyorum. Bu yapılmadığı, yapılamayacağı anlamına da gelmiyor elbette. Yapanları okuyoruz değil mi? Klasik diyoruz onlara geleceğe bakabildikleri için, hareket yaratabildikleri, hareket edebildikleri için zamanda, bir rüzgar estirebildikleri için. Ama işte ben, acemi, beceriksiz, sadece duran şeyleri yazıyorum. Olup bitmiş, artık hareketini soğutmuş şeyler.  Şimdi biten bir yıla yazmakta bununla ilgili.

Bir yıl bitmeye hazırlıyor kendini. Takvimler eksiliyor. Yeni ağaçlar kesiliyor yeni takvimler yapabilmek için. Yeni defterlere başlanıyor, yeni dilekler temenniler sıralanıyor. Sanki ertesi gün, dün hiç olmamış gibi yaşanacak. O tombala ve alkol sarhoşluğu geçince anlaşıyor, bu büyük reklam malzemesi yalanın foyası baş ağrılarıyla saçılıyor ortalığa. Zaman parçalardan oluşmuyor, hapsedilmiyor insan icadı nesnelere. Unutsa da insan bir an geliyor ve anlıyor ki kendi bilincinde her şey, bütün gibi akıp gidiyor. Seni sen yapanda bu oluveriyor elbette. Zaman sen oluyor; tüm o anların dehşetiyle birleşmiş. Hangi kitapta okumuştum hatırlamıyorum; kumdan bahsediyordu. Bir sahil dolusu kumdan, o kumda bir kum tanesi olmaktan. Bense bir çöldeyim. Biliyorum bunu. O çölde şekilsiz bir kum tanesiyim, şeklim binlerce yılın eseri. O binlerce yıl yok elbet belleğimde. Ben “olduğum” andan sonralarını hatırlıyorum hep çünkü.  İşte o şekilsiz kum tanesi olarak, kendi içime baktığım, kendi ruhumun, içimin görüntüsüyle kör olmadığım anlarda, anlıyorum kocaman bir hiç olduğumu ama aynı zamanda da hep. Çünkü biliyorum ki bir göze girsem kör edici olabilirim, elektronik bir nesnenin işleyişini durdurabilirim. Bu anlamda tekliğim baktığım yere göre hep’e dönüşebiliyor. Ama yükselirse gözlerim orda tekliğin kocaman bir hiç olduğunu da biliyorum. İşte takvimler burada bir şey söyleyemiyor bana. Biten bir yıl, bitmişliğiyle kalıyor. Bense oturup yazıyorum işte bu duran satırları.

Bir yıl bitmeye hazırlanıyor. Ben 29 yılın eşiğinden bir çocuk gibi bakıyorum sokağıma. O dünya denen sokağa bakıyorum. Koşuşturan insanlara, kornalara, vapur düdüklerine, hastane önlerine, konserlere, kitapçılara, okul kantinlerine, ofis içlerine, dolmuşlara, kavgalara, kerhanelere, pavyonlara, meclislere, dağlara... Orda bir çocuk gibi görünmez oluyorum. Olmayı hep istediğim, oldurulmadığım. Görmeyin diye yalvardığım. Görülmek incinmek demek çünkü bende. Ben öyle sakil bir ruhum, vermeyi bilirim almaktan çok. Almayı isterim elbet, insanım ya; ilk bu öğretiliyor: iste! Ne alacağımı da bilmiyorum ya da aldıklarımla ne yapacağımı. İşte bu yüzden en bildiğim, en az incindiğim şeyi yapıyorum, vermek istiyorum elimden gelirse. Görünmeyeyim istiyorum bu arada da elbette. Tüm verenler gibi görünmez olmak istiyorum. Sıradanım işte, herkes ve her şey gibi. Bir çölüm, çölde bir tane. Neden görülmek isteyeyim ki. Neden bakıyorsunuz ki bana. Sokağa bakıyorum, seyretmenin tüm hazzıyla. Görülmekistemeyenamaseyredengillerden olmak hoşuma gidiyor. Bu arada da kaydını tutmayı seviyorum elbet gördüklerimin. Bu sohbet etmek gibi, o çölde titreşmek gibi. Belki diyorum bir rüzgar eser, bir fırtınada uçuşurum benzerlerimle, başka yerler görürüm, bu çöl dışında. İşte bu yüzden şimdi bu titreşimli satırları yazıyorum. Durduğum o kapının eşiğinde daha bin yıl bakmayı sürdüreceğim sokağın şarkısını mırıldanıyorum kalemimle.

Bir yıl bitmeye hazırlanıyor. Ben bir yaşı daha bitirmeye hazırlanıyorum. İnsan olduğumu hatırlatan bir şey bu ömür. Herşeyin bir ömrü var mı bilmiyorum ama bu ömrün durmadan bana insan olmayı hatırlatmasıyla hırpalanıyorum. “İnsan” olmanın tüm anlamlarıyla inciniyorum. Hani becerebilsem azad edeceğim kendimi “insan” olmaktan; o hantal, düzlemsel kurallardan, o geometrik ama asla işteş olmayan toplamlardan. Olmayacak, bunu adım gibi biliyorum. Adımı nasıl bildiğimi ise sormayın. Bazı bildiklerimi nasıl ve neden bildiğimi bilmiyorum. Sorularda rahatlatmıyor pas tutmuş bildiklerimi. İnsan oluşa bağlıyorum bir tek, insanoluşun getirdiği alışkanlığa, yetiye. Ömrün insanın en büyük hapishanesi olduğunu seziyorum. Yılların, yaşların ise bir havalandırma değil geçip giden ceza süresi olduğunu düşünüyorum. İyi ki doğdun diyorlar ya, öncesinde sanki usulca; Allah kurtarsın, duyuyorum ben. Bir yıl biterken ben bir çentik daha atıyorum kalbimin duvarına. Çok şey görmüş, duymuş, yaşamış bir kömür karası yalnızca, bir çizgi. Elbet kutsamıyorum gördüklerimden gelen hissedişleri, duyumsayışları. En iyi bilebildiklerim kalbimdekiler olduğu için diyebiliyorum bunu.

Bir yıl bitmeye hazırlanıyorken ben o bitme hazırlığını yazıyorum kendi gördüklerimden gördüklerim öyle çok ki yetmeyeceğini biliyorum yıl geçip gittikten sonrada yazdıklarımın beni adam etmeyeceğini de sürüyorum kendimi tüm bitmelerin eşiğine belki bir arzuhalci olacağım onca felsefe okumanın ardından biten şeylere yazacakları olmayanlara yazamayanlara parayla satırlar vereceğim dur diyordum bir zaman birilerine kal orda zaman tüketecek artık demiyorum tükenecekleri bile bile yazıyorum yaşıyorum orda öyle acı çeken bir hayvana dönüşürken binler görüyorum o toplum denen kalabalığın içindeki boğuluşları biliyorum ne şiir mi okuyorsun dur biraz daha yazacaklarım var şehirler dolaşıyorum uzun duraklamaların ardından dolaşırken mektuplar bırakıyorum ardımda ölmek istemediğimden değil insanım işte dedim ya pek çok kere sıradanım bitenler içinde bir biten ama siz aldırmayın o kalabalık yapışkanlıkta kurallarla boğulun ben yüzme bilmiyorum boğuluyorum bazen kabus gibi uyanıyorum kabustan uyanır gibi mi demeli bazen ne demeli onu bile bilmiyorum aklımın ne işe yaradığını da anlamıyorum yazmak belki diyorum ama neden matematikten anlamıyorum hepinizi görüyorum bir kadeh şarap daha uzaklaşıyorum kendimden o kendiliğin nerde durduğunu da göremeden saçlarım uzuyor tırnaklarım kıllarım çıkıyor ben alıyorum onlar tekrar uzuyor durmadan tekrarlanan eylemler yıl bitiyor bitiyor ama budandıkça büyüyen bir şeye dönüşerek ölmek istiyorum hayır büyüyor budananlar istemiyorsun istesen durmazsın sadece canın yanıyor ben bir dalım yok daha dala gelemedi zaman ancak bir fide sökün beni bu biten yılda bir kez olsun kendinizi düşünmekten kurtarın beni alın başka bir torağa taşıyın ne diyorum ben az önce sövmedim mi o kalabalığa ne çelişik bir tıkanma bu hep böyle olacak gülüşün ne değişik senin ismini ilk defa duyuyorum ayrıca hiç görmedim ben biliyor musun bir yıl bitiyor aklım kalbim sarmaş dolaş bir sarhoşlukta şarkılarla geçiyor sizin sokaktan siz görmüyorsunuz kendi yaralarınıza bakıyorsunuz özledim gerçek bir özleyiş hilafsız söylüyorum ama işte sarhoşlukta geçiyor durmak istiyorum inmek istiyorum şoför nerde oturuyor durakları saymıyorum izliyorum görünmez olmak istiyorum size beni görmeyi yasaklıyorum gördüğünüz şeyleri anlamamak gibi bir haliniz var korkularınızdan bakmayın gitmek istiyorum kal mı dediniz hayır bir şarkı çalıyor duymak istiyorum durmak istemiyorum inanır gibi oluyorum önce ben hep inanır gibi oluyorum yanılmak istiyorum biliyorum sizde istiyorsunuz pek çok kişi istiyor ama o zaman sorun nerde düşünüyor musun unutmak istemiyorum yazmak istiyorum biten her şeyi yazmak susulan yerleri işaretlemek yıl bit diyorum bit yıl bit bit sözcüğü kaşıntılı bir çağrışım ellerimi tut yok bunu içimden söyledim hep dışımdan söylediğimde duyulmadı da ondan sizde istiyorsunuz istediklerimi korktuğum incindiğim şeylerden inciniyorsunuz sizde ama o zaman durmadan yaralamak yaralanmak niye bekareti bozuldu insanlığın kişinin bekareti tabu oldu tüm bozulmalardan sonra o duvarları inşa etmek niye sen gel hep gel dediklerim kulaklarımda çınlıyor ben fide alın ve başka topraklara götürün ki ölmeyeyim burada gitmek istiyorum artık demeyeceğim çok konuşuyorum değil mi pazen panikle ama bir yıl bitiyor yaşlanıyor ellerim duracağım zamanı merak ediyorum şiir seviyorum hep sevdiğim şeylere uzaktan bakmayı öğrettiler bana eteğini açma dediler çok konuşma o masanın altında ne yapıyorsunuz tokat sesi bir köpek ısırmış bacağımdan oysa canım yanıyor neden kendi korkunun tokadını bana vuruyorsun biliyor musunuz hep bunu yapıyoruz kendi korktuklarımızla kendi korktuğumuz zamanlarda hep başkalarını korkutuyoruz sanki böyle uzaklaşıyor korkmamız bizden anlıyorum seni biliyor musun anlamak bir şeyi çözmüyor canım acıyor sıkışıp kaldığım bu yerde o yerde beklerken sözcüklerim yağmura karışıyor zaman kırılıyor takvim sökülüyor kalbim aklımı da ayartıyor sabaha kadar ne geçerse ellerine içiyorlar ama bana yaramıyor göz altlarım morarıyor bahanem yok ben bilim bileli böyleydim ağlayıp delice kendimi kusturabilirdim annem panikle koşardı yanıma beni bunca ağlatanın Kendi olduğunu unutarak bu cezaların işe yaramadığını yarar sandığımınsa büyük bir sahtelik olduğunu öğrendim bu yüzden kal demiyorum git bir şey demiyorum susuyorum ne desem de değişmeyecek başka bir devinim var ben gibi herkes kendi devinişin de yaşıyor insan olmak dokunmak istiyor ama bu metal kentler yok kentte değil günah günah nerde cevapsız kalan soluksuz kalan sevgisiz kalan yalnız kalan kalan kalan kalan ama hiç gidemeyen tutulan ama bitiyorum işte mum gibi bu benzetmeyi sevmem aslında biliyor musun bu ortak metaforlar zehirliyor beni ben hep ne olduğunu bilmediğim şeyler arıyorum tanrı beni buna yazmış diye rahatlatıyorum ben bu oyunda arayıcıyım arayıp bulduklarımı anlatmakla yükümlüyüm sessizlik ben bazen böyle susuyorum anlatamam kimselere bende anlatamıyorum yanım sıra suskunluklar büyüyor ben ölüyorum ölsem üzülür müsün tamam sormadım say ölüyorum derken yanlış anlaşılıyorum eski ben öldü yaşasın yeni ben ama biliyorum kalabalıklar keskin değişime inanmaz korkar da ondan ama biliyorum bir yıl bitmeye hazırlanıyor sussam iyi olacak biraz sonra o büyük havai fişek gösterisi başlayacak ben yıldız kaydı diyeceğim.

Bir yıl bitmeye hazırlanıyor, ben bu satırları yazıyorum. Soğuk bir odadayım ders çalışmalıyım, sınavlardan geçiyorum. Geçmem gereken sınavlara giriyorum. Yazı yazmak daha güzel oysa duran sözcükler karalamak.  Zaman önümde akıp gidiyor. Korkular akıp gidiyor yalnızlıklar ve daha pek çok şey. Ben 29 yılın eşiğinden durup bitmeye hazırlanan yılı izliyorum. Bir yaş daha işaretliyorum o mağaranın duvarına. Müzik dinliyorum, bir şehre göçüşün göçmek te değil daha çok bir sürgün benimki, yazacaklarıma yeni başladığımı sezdiren ezgilerle dolduruyorum odamı. Isınmıyor ama yoksulluk doldurmuş havayı. Kışları sevmiyorum. O çöl dedikleri ne sıcak oysa. Çölde olmayı sevmeli mi? Belki bu yoksunlukta ve yoksullukta çaresizlikten.

Ben yazılar biriktiriyorum. Sesleniyorum yani. Çağırmaya hazırlanıyorum tüm çağrılmayanların oturduğu mecliste. Susanları mimliyorum, susan sözcükler seçiyorum, duran imleyen, mimleyen sözcükler. Bir yıl bitmeye hazırlıyor bizi, ilkeller gibi törensel kırmızılıklarla süslüyoruz vitrinleri. Vitrinlere benziyoruz bu zamanlarda. Sahte bir ışımayız. Ben bir yaş daha yaşlanıyorum. Az kaldı ömrüm; bitecek elbet bu hapislik, bir rüzgâr çıkacak, bir tufan başlayacak. Sabırla bekliyorum. O kucaklaşacağımız zamanı. Kuralların, düzlemlerin olmadığı zamanları. Soğuğun giremediği odaları bekliyorum. Bir tek şey istiyorum; görmeyin beni artık. Ben sadece en iyi bildiğim şeyi yapıyorum, veriyorum sözcüklerimi. Kulaklarınız gözleriniz ya da kalbiniz için değil o tufan için.

Bir yıl bitmeye hazırlanıyor. Ben 29 yılın eşiğinde kelimelere tutunuyorum. Büyük sevmelerimin yaralarını bantlıyorum. Küçük sevmeler çağına lanet ederek en çokta. Takvim bulundurmuyorum evimde saatimin pili bitme sinyalleri verdiğimden beri onu da takmıyorum. Ama madem bir şenlik kuruyorsunuz, geleceğim. Gelip o pervazdan izleyeceğim yine. Sonra duran şeyler gibi oturup tüm biten yılı yazacağım.  Zamanın resmini yapan sözcükler bulacağım bilmediğim ana dilimden, fotoğraflar çekeceğim. Ardımda bırakacağım tüm bunları. Görmek istiyorsanız eğer bunlara bakın. Bana bakmayın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder