13 Ocak 2011 Perşembe

Hoşbulmak

Düşlerimiz yoğun bir duman dolusu odanın milimetreküple hesaplanmış her gözle görülmeyecek kadar ufak bütününde yayılmaktayken, sessizliğimiz pencereleri göğsüne bir gerdanlık gibi döşemiş duvarların üstünde pike yapmaktayken ve her varoluş-kaybetmelere şahitlik eden kapının ağzında, dilimizden çıkacak her ünlü ünsüz harfe taktığımız dizginlerle yolcu etmekteyiz kurgulamakta olmaktan çekindiğimiz taslaklar halinde piyeslerimizi. Bir çevre düzenlemesi dilenerek otururuz her yalnızlığımızda. Ama en kalabalıklarda bir saat gibi kusursuz işleyen kendimize yakıştırdığımız en büyük beden elbiselerimizin içinde yüzmekten ne gurur duyarız? Bunca taş eksikken duvarlarımızda ve çiçek bahçelerimiz her geçen gün değişik değişik vahşi doğa hayvanlarınca talan edilirken her defasında yeni çiçekler ekeriz bahçemize yok olacaklarını bile bile. Korkuluklarımıza sevimli ifadeler yükler, akbabalara yem ederiz -yapmacıklıktan korktuğumuzdan- sahice etten kemikten yaptığımız kollarını bacaklarını. Tek keyifle izlediğimiz talan çocuklarınkiydi erik ağaçlarımıza yaptıkları, korkuyla ama büyük bir keyifle, sistemsiz ama olabildiğince hızlı. Her gün gelseler her gün müsade ederdik, onları ağırlardık kendi günahlarına. Şimdi olağandışı sevinçlerime bir mektup yazar gibi hissederken ben bundan kaç yüz geceler önce en son mektubu karaladım diye daldım bir an. En önemliside kaç yüz geceler önce uyandığımda birisinin gözleriyle karşılaşmanın o iç gıdıklayan özlemini yardım masası talep eden mütemadiyen her an yaktığım ciğerlerimde hissetmem.

1 yorum: