15 Aralık 2010 Çarşamba

RENKLENEN ANLAR SERİMİ



         1.  Serim : Gülümseme
Bugün Girne’de “Old Bazaar'daydım. İlk gördüğüm gün içerisinden öyle bir geçmiştim ama bu sefer orada soluklanmaya karar verdim. . .“Gümüşler, incik boncuk satılan tezgâhlar…” deyip içeride ne varsa gördüğümü varsaydığım için şimdi sadece yüksek tavanın altında huzuru dinleyecektim. Kapısından girmeden önce bakınıyordum sağına soluna. İçerde yaşlıca bir adamı kahve bardağı taşırken gördüm. İyi dedim, içki olmak zorunda değil, kahve de içebilirmişim istesem… İstiyordum da, ama ne bileyim, ağır hareket ediyor, içeri girme tereddüdümü atamıyordum bir türlü. Turistik mekânın yarattığı kaygıyı bilirsiniz işte.
Girişte Girne’nin zengin, sarhoş, Deli Amca’sı vardı. Birisi tanıtmıştı daha önce O’nu da. O’ndan çekindiğimden değildi ya, kapının dibinde oturan gönüllü turizm elçisi bir başka yaşlı adam, benim avallığımı fark edince: “Merak etme, bir şey yapmaz O, içeri girip dolaşabilirsin” dedi. 
Tabi turist gibi bakıyordum bu yüzden gezip görmek lazımdı her yeri. Turist dediğin böyle olmalı, zamanı ve mekânı dibine kadar bir hızla tüketmeli!
Amca bunu düşünerek söylememişti de, benim tüm kitabî yığınaklarımdan dolayı böyle demek istiyormuş gibi geldi.
“Hayır, daha önce görmüştüm” diye lafı uzatmadan, yaptığı yardımdan dolayı teşekkür edip içeri girdim. Orda oturuyor olması daha bir anlam kazanmıştı artık. [ii] Bu yaşlı amcalar İstanbul’un Sokak kedileri gibi toplu bulunuyorlardı herhal diye geçirdim içimden. Gençliğime dayalı ukalalığım kısa sürdü. Öyle ya, “kayıp romanlar” ı okuyordum ve artık temkinli konuşmalıydım. Hem hali hazırda Esme rollerine de bürünmüşken, kendi kendime hoş değildi böylesi laf atmalar.
Hanın insanı alıklaştıran bir tasarımı vardı. “Büyülü… Gizemli… Vs” demek gelmiyor içimden. Böylesi şeyleri yabancı turistler kullansın. Turist çekmeye niyetli her kesime hitap eden eski yapılar ne-idüğü belirsizleştikçe daha etkileyici olduğu sanılıyor. Batık gemi gövdesi taklidi içine konmuş dev ekranda bol kıç oynatmalı klipler gösteriliyordu. Gerçi şimdi ahkâm kesiyorum ama girdiğimde benim de hoşuma gitmişti, yüksek ahşap tavan. Dedim ya, alıkça bakınıyordum etrafına daha önce görmeme rağmen.
Handa görebildiğim kadarıyla sadece dört kişiydik. Takıcı kadın, barmen tarafında duran otuzuna girdi girecek adam, ayağını sürüyerek yürüyen yaşlı bir Amca –Dede mi demeliydim, bilemiyorum-, bir de müşteri niyetine; ben.
Oturdum ve hemen “sütlü kahve” istediğimi söyledim bardaki adama. Boşu boşuna yanıma gelip sahte bir nezaket üstüne kurulu garson-müşteri ilişkisine dakika bir, başlamayalım diye. İlişmekti tek isteğim.
İsteğimi kulakları zor duyan amcaya bağırarak söyledi bardaki adam. Şaşırdım ama belli etmedim tabi. Neden bu amca yapıyordu kahveyi! İyi de ben ne karışayımdı şimdi, diye içimden söylenerek kitabımı açıp okumaya başladım.
Kitapta da başka bir yaşlı adamın, Doktor Nedim’in olmaz saydığımız hallerini anlatıyordu Vedat Amca. Sevişmeye niyetlendiği genç kızın bardaktaki takma dişlerini görme ihtimalinden duyduğu utancı okuyordum.
Ben bir anda sıyrıldım.
Şimdi ayağını sürüyerek yürüyen amca mı yapacaktı kahvemi? Tamam para veriyorduk da, bir yaşlı adamcağızın önüme kahve koymasını da normal karşılayamazdım herhalde. Kulağım arkada okumaya devam ettim. Bir süre sonra tam tahmin ettiğim gibi ayak sürüme seslerini duyuyordum. Bu ses ancak sidik torbasını taşıyan bir hastanın hastanedeki koridor yürüyüşünde duyulabilir. Ama oluyordu işte! Amca bana kahve getiriyordu. Küçük bir tepsi içerisinde “türk kahvesi” bardağı ve yanında da bir bardak su taşıyordu. Sağolsun, normalde içmediğim kadar sigara içmiştim sahilde ve boğazım kurumuştu. Su iyi gelecekti. Ama benim istediğim “nescafe”ydi. Yani büyük bardakta olacak ve yanında su olmayacaktı. Bardaki çocuk yaşlı adamın yaptığı hatayı fark edince birden “adamlaşarak” onu sinsi bir beklemeyle izledi. Aklındakileri ağzına doldurduğu belli oluyordu gözlerinden.
Amca ona döndüğünde ancak bir kısmını sayabilecekti.
Ben de adamcağız gelirken doğruldum, nasıl bir saygıysa artık!
Gözlerini yakalamaya çalışarak teşekkür ettim. O da cevaben ağzında bir şeyler geveleyip geri “döndü” -“gitti” diyemiyorum çünkü o kadar hızlı değildi- O giderken hala onu izleyesi mesafedeydim. Arkadaki çocuk, “siz nescafe istememiş miydiniz?” diye seslendi bana. Maksadı Amca’ya yaptığı yanlışı hatırlatmak ve ola ki bir daha dikkat etmesini sağlamaktı. Ben de arkası bana dönük amcaya (hala gidiyordu!) çaktırmamak için ses çıkarmadan -el kol, ağız, burun hareketiyle- önemli olmadığını ifade ettim. Bardaki durmadı tabi! Üsteledi ve “nescafe istemişti bayan!” diye duyması için bağırarak canhıraş yürümekte olan adamcağıza söylendi. Amcayı garson saymak olmazdı. Onun da geri dönüp bardakine çıkışmasını normal karşılamak lazımdı.
“Yaptık ya kahve! Sütlü kahve nası olacaktı ya!” diye gürültülü bir homurdanmayla karşılık verdi. Yürüdüğü yolu görmeye çalışıyordu bir yandan da. Genç adam, bunun üzerine sustu tabi. Gösteri bitmişti.
Benim için bir komedi sahnesiydi ve mükemmel bir ikiliydiler.
Takı tegahındaki kadın da bu sahneyi izlemek için kaldırdığı başını gülümseyerek tekrar kitabına eğdi. Bir süre okuyabildiğini sanmıyorum. Belli ki alışkındı böyle didişmelere ama kaçırmıyordu. Gülümsemesi yüzünde kaldı bir süre. Renklenmişti işte.
Saçları kızıldı.


[ii] Yalan! Bu tamamen benim uydurmam! Yaşlı adamın kendine bir "anlam" aradığı yoktu, O’nun için "öylesine"ydi her şey. Anlam kazanmaya çalışan bendim. Bu hikâyeyi anlatmak bile bunun çabası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder