9 Aralık 2010 Perşembe

Bir Kent Taşrası

Ben bir taşrayım; kentin kalbindeki çıban. Parçalanmayım, bir bombadan arta kalan. Henüz düşmüş ya da havada asılı...
Şimdi bir süre terk ediyorum kendimi. Kendimi tekrar sizin aranıza salıyorum. Sizin kurallarınızı anlamaya çalışmak için kurallarınızı önemsiyorum. Korktuklarınız gözlerimi kamaştırıyor. Oradaki huzuru anlatamam. Bense korkumla bir kurtla kapışır gibi kapışıyorum. Etimdeki yaralar tutmuyor artık. İsa gibi durmadan kanıyorum. Fatıma’nın sırtındaki kırbaç yaraları gibi. Hatırlarsanız yakın zaman; Tanya, bir kurşundan sızıyorum. Ulrike’yim mesela ruhumu oyuyorum elimdeki çiviyle, çıldırıyorum , ped eyleminin o kirli kan kokusuyla dolaşırken aranızda. Daha yakından; dağdayım ben, üşüdüğümü söylemiyorum, takla atarken tüfeğimden çıkan kurşunlarla kalp çizebiliyorum.

Utanarak söyledim bunu. Burada gülmek istedim, kaslarım sözümü dinledi, ezbere bir gülme değildi hem bu. Her neyse konuyu kaçırmayalım. Hafızanız ürkütüyor beni çünkü. Yaşamak isteyen bir taşrayım. Aklınıza evler, mahalleler, faytonlar filan gelmesin hemen. Bunlar görüntü dünyasının dilidir. Ve siz bu dile doğmazdan evvel, kullanmazdan evvel anadilinizden önce, başka bir dildeydiniz. Düşünün!
 İşte bu size yaşamak istemenin ne demek olduğunu anlatmaya çabamdır. Hani bazen şiir diye düşündüğüm ama akademik anlamda öyle tanımlanamayacak şeyler karalıyorum. Hatta onları sizin dolaştığınız yerlere de koyuyorum. İşte o şiirlerle biraz demeye çabalıyorum neden yaşamak istediğimi. Ama bir şey diyeyim mi? Çok yorgunum. Üstelik kalbimde bir fil oturuyor. Her sabah Azrail başımda uyanıyorum. O yanımdayken giyiniyorum, o yanımdayken fırçalıyorum dişlerimi, ayakkabımı bağlarken yine geliyoruz göz göze. Tüm günüm onun gözlerinden kaçmakla geçiyor ve nihayet akşamı biraz sarsak, sarhoş ya da tek kişilik bir hücreye geçip şiir okuyarak geçiştiriyorum. Yani çok sıkılıyorum. Bu kovalamaca ya da başka dilden söyleyeyim kovalama olamayacak kadar yakın taciz canımı acıtıyor. Öyle acıyorum ki ölemiyorum bile. İşte o gözleriniz beni arafa tıkan. Hala kurallarınızın altından gördüğüm o çıplak mahlûku seviyorum. Lanet olsun, bu hisle kendimle bile iyiyim. Ama yine lanet olsun ki bu zıtlıkta siz çoksunuz ve unutuyorsunuz.

Uzatmayayım. Ben bir taşrayım, kent elbisesi giydirilmiş. Bilin istedim. Arada kurallarınızı dolaşıyorum, bu bir düğünde halay öğrenmek gibi. Dans edebilmek için müziğinizi dinliyorum. Şarabınızı o nörolojik anlamdaki beynimde bıraktığı kekremsilikten dolayı seviyorum. Taşraya yakın buluyorum böyle bütün tatları. Ben bir taşrayım, kayıbım, aranızda dolaşıyorum. Konacağım bir toprak parçası arıyorum... Şimdilik sadece arıyorum... Bulduğumda söylerim.
Not: Herkesin bir ötekisi var ya, öyle diyorlar ya, ben buna itiraz ediyorum. Ne öteki olmak ne ötekileştirmek istiyorum. Onlar onlar onlar onlar... Sonra bakıyorum, yalnız değilim. Demek istediklerimi diyemediğim ortada, bu nedenle bkz. Tutunamayanlar syf:222-226

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder